top of page

Mimari Etik & Meslek Etiği Mimarlık

Değerli Okurlar


Çok meşur anonim bir cümle ile başlamak isiyorum.

"Bir Mimarlar vardır, bir de diğer insanlar"

İlk başta çok ego içerdiğini düşündüren bir cümle olsa da günlük yaşamımızda, toplu alanlarda özellikle sıkça karşılaştığımız, yapı kurgularını besleyen uzun koridorlar, terse açılan kapılar, yolu uzatan park düzenleri, mekan gereçleri ve en önemlisi - topluma , çevreye ve coğrafya ya uyumluluk.


Meslekte ilerledikçe çok fazla planlama sürecine ihtiyaç duymaz hale gelebiliyorsunuz. Nedeni her defasında önünüzde ki prosedüre uyuyor olmakla başlayıp - yapılaşmanın ruhunu, yaşamla bir araya getirme de sokmakta yaşanan güçlüklerle devam ediyor...


Etik kavramı temelinde Ahlak niyeliğinde değerlendirilebilinir. Fakat etik meslek örgütleri tarafından yazılı bir metne dönüştürülmüş. İnsanlık tarihlerce farkına varmıştır ki, toplum - toplu yaşamı kurallarla sınırlandırmak toplumun yönlenimini hem daha iyi takip edebilmek hemde olmaması gerekenleri açıkça ifade ederek gelişimin sağlanması için yazı kavramı kullanılmıştır. Yazı aynı zamanda hafızadır.


Etik - Ahlak ve Yasalar


Topluma Karşı Sorumluluklar


Mühendisler ve Mimarlar,

1 . Mesleki bilgi, beceri ve deneyimlerini, toplumun ortak çıkarları, insani kazanımların ve kültürel mirasın korunması ve insan refahının gelişimi için kullanırlar. Toplumun sağlığı, güvenliği ve refahı için duymuş oldukları sorumluluk her zaman kendi kişisel çıkarlarının, meslektaşlarının çıkarlarının ya da mimar ve mühendisler topluluğunun çıkarlarının üstünde yer alır.

2. Kendilerinden istenen İşin toplum ve çevre için ciddi bir tehlike yaratacağı

sonucuna varırlarsa ve bu konudaki mesleki yargıları işveren ya da m ̧şteri tarafından dikkate alınmıyorsa, görüşlerini işverene ya da m ̧şterilerine yazılı olarak bildirirler;

sonuç alamamaları durumunda meslek örgütlerini ve gerektiğinde kamu oyunu bilgilendirirler.


3. Toplumun ilgi alanı içinde bulunan teknik konulardaki görüşlerini, raporlarını, konuyu yerinde ve tam anlamıyla araştırmış, incelemiş ve yeterli bir bilgi ve verilerle ile donanmış olarak, adil, dürüst ve nesnel bir biçimde açıklarlar ve imzalarlar.


4. İşyerlerindeki sağlığı ve güvenliği geliştirirler.


5. İşverenleri, müşterileri, meslektaşları da dahil olmak üzere, toplumdaki herkese adil, dürüst ve iyi niyetle davranırlar.


_________________________________

derleme_

Mimarlıkta bir etikten bahsedeceksek onunla neyi kastettiğimizi konuşarak başlayalım. Mesleki etiğin sınırları nelerdir? Bu esnek bir tanım mıdır? Kişiden kişiye değişir mi, yoksa birtakım genel geçer kurallara mı tabidir? Ve eğer öyleyse bu kurallar nelerdir?


Genel anlamıyla etik kavramı Eski Yunan’dan geliyor. Eski Yunanlıların 6 - 8. yüzyıllarına baktığınızda iktidar ve güçle ilgili her türlü fiilin kaynağı olarak tanrıların, ilahi olanın işaret ediliyor olduğunu görürsünüz ve ilahi olan da bilinemezlik, erişilemezlik, kontrol edilemezlik, öngörülemezlik üzerinden tanımlanıyor. Dolayısıyla güç, eyleyebilmek, yapabilmek sadece ve sadece tanrıların uhdesinde olan bir şey. Bunu bu biçimde, tanrılar üzerinden tanımlamakla birlikte tanrılarla olan ilişkilerini rasyonelleştiremiyorlar. Tanrılar sadece eyliyor ama nasılını ve nedenini anlamak mümkün değil, çünkü insanın oraya erişimi yok. İnsan tamamen bu belirlenene tabi bir şekilde yaşadığından acz, çaresizlik içerisinde. Başına ne geldiğini, ne geleceğini ya da başına gelenin ne anlama geldiğini bilmeden yaşayıp gidiyor. Etiği mümkün kılan sorunsallaştırma, şehirlerle birlikte ortaya çıkıyor. Çünkü şehir dediğiniz yerde, ne ailede ne de köyde var olmayan bir imkan beliriyor: keyfiyet imkanı. Aile ya da köy yapıları, ilişkilenme biçimleri kendine yeterlilik üzerine kurulu olduğu için kendine yeterliliğin ortaya çıkardığı sorumluluk etrafında örgütleniyor. Fakat şehir hiçbir biçimde kendine yeterlilikle tesis edilemeyeceği için işin içerisine keyfiyet giriyor. Keyfiyet nasıl kendini belli ediyor? Karar alma zorunluluğuyla. Şehir dediğiniz şeyin iaşesi en büyük sorun; en basit şekilde bir yolu olması lazım mesela. Yol yapacaksınız, onun güvenliğini sağlayacaksınız, bu yolda ticaret yapılacak. Bunun düzenlemelere tabi tutulması lazım; gelen malları toplayacağınız, toptan satış ya da dağıtım yapabileceğiniz bir sisteme ihtiyacınız var. Ve tüm bunların işleyebilmesi için parasallaşmış bir ekonomiye ihtiyacınız var; “iki kilo balı al, iki kilo fasulye ver” diyerek yürütemeyeceğiniz kadar büyümüş durumda ilişkiler. Bunların tamamı insanın kolektif mevcudiyetinin ortaya çıkardığı kolektif fiiller ve o fiillere dair karar almayı, tercih yapmayı ve eylem icra etmeyi içeriyor. Dolayısıyla burada insanın muktedir olduğu, yani sadece tanrıların değil, insanın da muktedir olabileceği fikri, fiilen şehirle ve şehrin yarattığı yaşamla birlikte ortaya çıkan ve tecrübe edilen bir şeye dönüşüyor. Eski Yunanlılar işin içinden çıkamıyorlar, çünkü iktidarın yapabilirliğini sadece tanrılar üzerinden kurmuş durumdalar. Bu hal, insanın kolektif mevcudiyeti itibariyle bir muktedirlik atfedebilmek, insanın kendisiyle, yapıp ettikleriyle, bilgisiyle, bilinciyle, ahlakıyla alakalı bir sürü sorunun gündeme gelmesini ve bunların tartışılmasını gerektiriyor. Bu bağlamda insanın nefisiyle ve eylemleriyle kurduğu bilinç ilişkisini sorunsallaştırmayı mümkün kılan bir mekan ve topoğrafya olarak etik belirmeye başlıyor. Eski Yunanca’da aslında Epsilon ve Eta olarak iki farklı e harfi var; “ethos”u bunlardan biriyle yazdığınızda “karakter”, diğeriyle yazdığınızda “gelenek ve adap” anlamına geliyor. Bugün bizim kullandığımız etik kavramı, ikincisinden yani gelenekten gelen kavram. Fakat Eski Yunanlılar, etiği daha ziyade bir ölçüde insan doğasını esas alan bir bakışla ele almaya başlıyorlar ki bu tragedyalarda belirginleşen sorunsallaştırma olarak da karşımıza çıkıyor. Tabi o insan doğası, Hristiyanlık ve sonrasındaki süreçte benimsediğimiz insan doğasından çok farklı. Verili birtakım nitelikler ve eğilimlerle donatılmış, dönüştürülemez, zorunlu, evrensel bir insan doğası yok Eski Yunan’da; sınırsız ve sonsuz kapasitelerden müteşekkil. Bu kapasiteler de bir mantıksal imkan olarak insanda, yani “psue”de mevcut. İnsan bu kapasiteleri yeteneğe dönüştürerek, o yetenekle iş yaparak, işi mükemmelleştirerek kendini gerçekleştiriyor. Yani kendini eylemde gerçekleştiriyor ve kendini eylemde bir mükemmellik olarak gerçekleştirdiğinde iyiyi yaratmış ve somutlamış oluyor. Dolayısıyla Eski Yunan etiğinin esasını yaşamın, eylemin, mükemmelliğin ve iyinin inşası, yaratılması ve eylemde somutlanması oluşturuyor.

Hristiyanlık işin içine girdiği andan, MS 3 - 4. yüzyıldan itibaren, bu etik mekan giderek radikal dönüşüme uğramaya başlıyor. Bunun sebebi de Eski Yunanlıların yaşamın toplumsal olarak üretilmesini mümkün kılan temel dinamiklerin kaynağındaki gücün ya da fiil olarak tanımladığı bir sürü imkanın, Hristiyanlık tarafından sadece ve sadece tek bir tanrının uhdesine teslim edilmesi. Yaşam Eski Yunan’da üretilen, yaratılan bir şeyken Hristiyanlık’ta yaratma fiili sadece ve sadece tanrıya atfediliyor ve bu yüzden insan da bunun eksikliği üzerinden tanımlanıyor. İnsanın, bir mahlukat olarak yaratması mümkün değil, bunu yaparsa kendini tanrıya eş koşmuş olacak. Bilmek de tanrıya has; dolayısıyla insanın bilgiye doğrudan erişimi yok. Bütün mükemmellikleri bünyesinde toplayan varlık, tanrı; insanın mükemmel olma imkanı yok. Tanrı iyi; dolayısıyla insan kötücül, günahkar, fena... İnsanı bu sıfatlarla bir şekilde bir araya getiriyor ve bütün insanları hem kapsayan hem de hepsinin tabi olduğu bir alan ortaya çıkarıyorsunuz. Böylece kul kategorisi altında gerçekleştirilen bir totalizasyon ve bunun mümkün kıldığı, evrensel insan doğasıyla gerçekleştirilen bir homojenizasyon ortaya çıkıyor. Ve bu evrensel insan doğası değiştirilebilir, dönüştürülebilir, aşılabilir bir şey de değil. Oysa Eski Yunan, etiği nefis terbiyesi için yapıyor. Yani bedenden kaynaklanan sınırlılığın ve sonluluğunun akıl yoluyla dönüştürülmesini arzuluyor. Bu sınırlılık, örneğin Platon’da tamamen aşılması, ortadan kaldırılması gereken bir şeyken, Aristotales’te akılla birlikte, akla tabi bir işleyiş kazandırılmasıdır. Fakat Hristiyanlık ve sonrasındaki süreçte bunu yapmaya imkanımız yok, çünkü arzunun kaynağı olan bedenin günahkarlığından ötürü, insan değiştirilebilir olmaktan çıkıyor. Dolayısıyla herkesi, her durumu, her koşulu kapsayan kurallar koymak ve onlara uymak zorundasınız; bugün norm diyoruz bunlara. Eski Yunan etiğine normu dahil ettiğiniz anda o topoğrafya radikal bir biçimde dönüşüp bugün bildiğimiz anlamda ahlakı oluşturuyor.

Mimarlık faaliyetini yönetecek evrensel kurallar mı belirlemek istiyoruz, yoksa mimarlık faaliyetinin mükemmelliğini ortaya koyacak bir topoğrafya mı arıyoruz? Mesele o. Eğer ilkine odaklanır, Hristiyanlık ve sonrasındaki modernliğin emeği, iktidarı ve iyiyi metalaştırarak temellük ettiği iktidar içerisinden meseleyi okursak hiçbir yere gitmemiz mümkün değil. Ama eğer etiği, Eski Yunan’da yapıldığı gibi, faaliyetin mükemmelliğini mümkün kılan şartların, insan eylemiyle nasıl üretilebileceğini ve bunun diyalektiğinin nasıl işlediğini anlama ve bunu hayata geçirme çabası olarak düşünür ve mimarlığı da bu çerçevede ele alırsak o, belki bizi başka bir yere götürebilir.



Kaynak:




24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page